Küresel sistemde güç dengelerinin değişimiyle dünya, kritik bir yol ayrımında. Süper güç ABD'nin yavaşlaması, Avrupa'nın gerilemesi ve Asya'nın yükselişi, önümüzdeki yüzyılın siyasi, ekonomik ve askeri iklimini derinden etkileyecek. Günümüz dünyası, Birinci Dünya Savaşı öncesinin sarsıcı atmosferini andırıyor. Bölgesel ittifaklar ve ikili güvenlik anlaşmaları, karmaşık bir denklem oluşturuyor. Peki, bu değişim nereye varacak? Dünya parçalanacak mı, yoksa yeni bir düzen mi kurulacak?
Yeni Dünya Düzeni: Stratejiden Bağımlılığa
Uluslararası ilişkiler tarihinin en temel dersi, siyasi ve güvenlik kaygılarının ekonomik çıkarların önüne geçebileceğidir. Devletler, ortak güvenlik ilkeleri etrafında daha sağlam bir bölgesel yapı inşa etmeye başlarsa, kaybedecekleri az, kazanacakları çoktur. Stratejik çağ sona erdi. Savaşlar, küresel vizyonunu yitirip yerel hesaplara indirgendi. Yeni dünya düzeni, stratejiden çok karmaşık bağımlılıkların kontrolüne dayanıyor. Gerçek güç, toprak almakta değil; bağımlılıkları yönetmekte, etki alanlarını şekillendirmekte yatıyor. Artık mesele sadece kazanmak değil; inandırmak, masaya oturtmak, vazgeçilmez hale gelmek. Bu durum, insanlığı "barışın mümkün olmadığı", "savaşın ise kolay kolay başlatılamayacağı" bir eşiğe getiriyor. Yeni nesil güç mücadeleleri; tanklarla sınırlardan taşmak yerine; zihinlere sızmakla, sistemleri çökertmekle, teknolojik üstünlükle kazanılacak.
Pasifik Yüzyılı: Ekonomik Ağırlık Merkezi Değişiyor
Atlantik'in yüzyıllık hakimiyeti geride kalıyor; Pasifik aşırı ticaret, Atlantik aşırı ticaretini resmen geçti. Küresel ticaretin yaklaşık %50'si bu okyanus üzerinden yapılıyor. Dünyanın en büyük 12 limanından 9'u, Pasifik'in Asya kıyılarında yer alıyor. Hava ulaşımında da benzer bir tablo söz konusu. Kısacası, küresel ekonomik nabız artık Pasifik'te atıyor. Jeopolitik ağırlık merkezinin doğuya kaymasının en somut kanıtı haritalar değişmiyor, ama dünyanın yönü değişiyor. Artık hiçbir aktör; Çin’i, Rusya’yı ya da Avrupa’nın tamamını işgal etmeyi göze alamaz. Çatışmalar daha kısa, daha yıkıcı ve çok daha karmaşık olacak. Sonuç ise yalnızca teknolojiye sahip olmakla değil, o teknolojiyle birlikte direnç gösterebilmekle belirlenecek.
Küreselleşme Geri mi Dönüyor? Yalnızlaşma Çağı mı Başlıyor?
Küreselleşme geri sarıyor, dünya ekonomisi yeniden sınırlar içine çekiliyor. Tedarik zincirleri kısalıyor, ticaret ağları bölgeselleşiyor, ekonomi giderek daha fazla siyasallaşıyor. Karşılıklı bağımlılık hâlâ yüksek; ancak bu, artık bir güç değil, bir kırılganlık, bir baskı ve tehdit unsuru. Washington, liderliğini yeniden tesis etme adına çatışma üretiyor, kendi hegemonyasına aykırı duranları ya cezalandırıyor ya da yalnızlaştırmaya çalışıyor. Ne ulus ötesi şirketler ne uluslararası örgütler ne de diğer küresel aktörler; artık evrensel ölçekteki krizleri çözebiliyor yahut sonuçlarını sahada yönetebiliyor. Çok taraflı iş birliği mekanizmaları, zayıflamanın ötesinde işlevsizleşmeye başlıyor. Uluslararası kurumlar, yaşanan her krizde artan bir anarşi ortamının seyircisi haline geliyor. Küresel kaos büyürken, dayanışma değil, yalnızlaşma norm haline geliyor. Yeni liberal dünya düzeninin başarısızlığı, insanlık için geriye doğru atılmış büyük bir adımı temsil edebilir.
Dünya, parçalanmanın eşiğinde açık bir yol ayrımına gelmiş durumda. Ya basitleştirilmiş bir biçimde yeniden kurgulanmış bir iki kutupluluğa teslim olunacak, ya da geçmişin düzenleyici kurumu olan Birleşmiş Milletler'in temel taşlarını koruyarak, üzerine daha etkili ve işlevsel bir altyapı inşa edilerek çok daha karmaşık ama yapıcı bir yol tercih edilecek. İlk senaryoda, eski kurumların kalıntıları tamamen yok olurken, ortaya çıkacak yeni kutuplaşma, Soğuk Savaş’ı bile gölgede bırakabilecek düzeyde bir gerilim yaratabilir. İkinci yol tercih edilirse, medeniyetler arası iletişim kanallarının açık kalma ihtimali hâlâ varlığını sürdürebilir. Bu da dünya için daha kapsayıcı, daha sürdürülebilir bir gelecek umudunu canlı tutabilir. Bu kritik dönemde, insanlığın geleceği için hangi yolu seçeceğimiz büyük önem taşıyor.